Sinsin oyunu | ||
Sinsin oyunu, Türklerin Orta Asya hayatında, o devirlerde “Ateş, toprak, su ve hava” gibi kutsiyet izafe edilen unsurlardan biri olarak önem kazanmıştır. Bir erkek oyunu olarak; yiğitlik ve mertlik gösterisidir. Müziğinde de buna bağlı olarak oyuncu ve seyircileri coşturan kahramanlık nağmeleri bulunur. Anadolu’ da daha çok düğünlerde kına gecesi yakılır. Köy delikanlıları dağdan kestikleri odunu köy meydanında çalgı eşliğinde kırarlar. “Düğün Çırası” denilen bu odunun bir kısmı sinsin ateşi olarak ayrılıp, geri kalanı davetlilerin kalacağı ev ve odaların ısıtılmasında kullanılır. Kına akşamı, davul zurna ekibi odaları dolaşıp davetlileri meydana davet eder. Halk, önde çalgıcılar olduğu halde meydanda toplanır. Çalgıcıların gösterisinden sonra sinsin oyunu başlar. Arada damat ve sağdıcın eline kına yakılır. Bundan sonra asıl şenlik başlar, çalgıcılar davul zurna eşliğinde sinsine has figürlerle bir gösteri yapıp halkı coşturur. Daha sonra “Köroğlu” müziği ile sinsine başlanır. Oyuna ilk başlayan oyuncu, sol eli arkasında, sağ eli de havada olmak üzere saat yönünde çalgının ritmine uyarak çeşitli vücut ve ayak figürleri ile ateşin etrafında dönmeye başlar. Oyuncunun hareketlerinde; ateşe karşı bir saygı yanında ona hakim olmanın bir gururu yanında, çevredeki halka karşı da sade bir ölçüde yiğitlik ve meydan okuma görülür. Seyircilerden, ortada dans eden oyuncuya karşı gelmek isteyenler, arkadan veya yandan değil, onun görebileceği bir açıdan, genelde de ateşin arkasından hızla gelerek karşısına çıkarlar ve onu kovalarlar. Yakalayabilirlerse arkasına el içi ile vururlar. Bunun yerine dans eden oyuncunun arkasından veya göremeyeceği bir açıdan gelmek, çelme takmak, hızla vurup yere düşürmek ayıp sayılır ve kınanır. Önemli olan vurmak değil, rakibe kaçabileceği, kendini savunabileceği zaman ve yer bırakmaktır. Sinsin önemi dolayısıyla epey araştırma ve tez konusu olagelmiştir. Bu oyun hakkında basılı bazı kaynaklarda gözlemler şöyle aktarılır: “Bir çok yerde ortaya oldukça büyük bir ateş yakılıyor. Oyunda taraflar ateşin çevresinde yer alırlar. Ateşten oldukça uzakta yer alan taraftan bir oyuncu çıkıyor ve ateşi kollayan taraftan seçtiği bir oyuncuya ahenkli ayak ve vücut figürleri ile yaklaşarak punduna getirip bir şaplak atıyor ve onu ateşten uzaklaştırmaya çalışıyor. Şaplak bazen o kadar kuvvetli oluyor ki, şaplağı yiyen oyuncu ateşe düşecek duruma geliyor.” * Bu oyunda mertlik ve yiğitlik söz konusudur. Mesela hasmına tokat atma fırsatı bulan oyuncu, bu fırsatı kullanmayarak, elini vuracakmış gibi kaldırıp vurmadan; ”benim sana vurmak şanımdan değildir” gibilerden ahenkli bir dönüşle meydanda kalması, oyunu seyredenler tarafından şiddetle alkışlanır. Burada aslolan vurmak değil, onu yakalayabilmektir ki çoğu kere yakalanacağı belli olunca kovalayan oyuncu adımlarını yavaşlatıp diğerinin rahat kaçmasını sağlar veya vuracakmış gibi yapıp onu serbest bırakır. Bu hareket de “Yiğitliğin vurmakla değil, bağışlamakla olduğunu” anlatan önemli bir mesajdır. Burada önemli bir kültür öğesi olan latife ve kızdırmak da kendine yer bulur. Ortada dans eden bir oyuncu damadın, kaynatanın veya sinsine çıkmak istemediği anlaşılan birinin önüne gelip, tahrik edici hareketler yapar ve onu oyuna zorlar. Gene de çıkmak istemezse halk tarafından arkasından vurularak meydana iteklenir. Zorla sinsine iteklenen bu kişilere halk o kadar çok talep gösterir ki, genelde herkes onu yakalayıp cezalandırmak ister. Fakat her şey arkadaşlık ve samimiyet sınırları içerisinde cereyan eder *- Milletler arası Türk folklor kongresi bildirileri 3. cilt shf. 46 Başbakanlık basımevi Ank. 1987 |